TANRI YILAN GLYKON VE SAHTE PEYGAMBER ALEKSANDROS
M.S. 2. yüzyılda, Paphlagonia bölgesindeki Abounouteikhos ya da Ionopolis (İnebolu) adlı küçük bir kentte ortaya çıkan Aleksandros adındaki bir şarlatan, evinde beslemekte olduğu ve Glykon adını verdiği bir yılanın aslında yeniden doğan Şifa Tanrısı Asklepios olduğunu ilan etmişti. Güya kendisi de Yeni Asklepios’un, yani Tanrı Yılan Glykon’un peygamberiydi. Aleksandros’un Asklepios olduğunu iddia ettiği yılanın insan gibi bir başı vardı ve kehanetlerde bulunabiliyordu. Bu yeni din kısa bir sürede büyük bir kabul gördü. Bir taraftan insan başlı Glykon’un heykelleri yapılırken, diğer taraftan bazı kentler onun tasvirlerini taşıyan sikkeler bastırdılar. Dinsizlere, Epikurosçulara ve Hristiyanlara kapalı olan bu dinin cemaati Karadeniz kıyılarına, Balkanlara ve Roma’ya kadar yayıldı. O kadar ki, sahte peygamber Aleksandros, Germania Savaşları’nın başlamasından hemen önce (M.S. 168 ?) imparator Marcus Aurelius’a Tanrı Yılan Glykon’un bir kehanetini göndermişti. Ayrıca, Kappadokia Eyaleti valisi Severianus ile 160 yılının Asia Eyaleti valisi P. Mummius Sisenna Rutilianus gibi bazı önemli Romalı şahsiyetler bu dini tanıyanlar arasında yer almışlardı. Hatta Aleksandros, Romalı vali Rutilianus’un kızıyla evlenmişti.
Aleksandros ile onun tanrısı Glykon hakkındaki bilgilerimizi yaklaşık 120-190 yılları arasında Samosata’da (Samsat/Adıyaman) yaşamış olan ünlü yazar Lucianus’a borçluyuz. Bu yazar, Celsus adındaki bir arkadaşının ricası üzerine, Aleksandros adlı bu sahte peygamberin ölümünden yaklaşık 10 yıl sonra, onu tanıtan, ama daha çok ona olan nefretini dile getiren bir metin kaleme almıştı.
Gençliğini büyücülük, dolandırıcılık ve hovardalıkla geçiren Aleksandros, Lucianos’un ifadesi ile, “insan yaşamının umut ve korku tarafından yönetildiğini” çok iyi anlamış ve aynen Delphoi, Klaros ve Didyma’daki gibi bir bilicilik (kehanet) merkezi kurmanın kendisine büyük ün ve para kazandıracağını düşünmüştü. Önce, kendisi gibi düzenbaz bir arkadaşı ile birlikte Khalkedon’daki (Kadıköy) Apollon tapınağına giderek, oraya gizlice bazı yazılı tunç tabletler gömdüler. Bunların üzerinde “Tanrı Apollon ile onun oğlu Asklepios’un yakın bir zamanda Paphlagonia’daki Abounouteikhos’a (İnebolu) giderek oraya yerleşeceği” yazılıydı. Bir süre sonra bu tabletlerin bulunmasını sağladılar. Bu haber kısa zamanda Marmara ve Karadeniz bölgelerine yayıldı. Hatta Abounouteikhos (İnebolu) sakinleri Yeni Asklepios için hemen bir tapınak yapımına giriştiler.
Sahte peygamber Aleksandros, omuzlarından sarkan uzun saçları ve beyaz ve erguvani giysisi ve pelerini ve elindeki bir yelkovan kuşu ile etkileyici konuşmalar yapıyordu. Bir yandan da, gizlice çöven otu kökü çiğneyerek ağzından köpükler çıkartıyor ve bu da onu daha gizemli biri haline getiriyordu. Aleksandros daha sonra planının diğer bir aşamasını uygulamaya koydu: Bu sırada Abonouteikhos’da inşa edilmekte olan tapınağın su dolmuş olan derin çukurlarından birine, içini boşaltıp yeni doğmuş bir yılan yavrusu yerleştirdiği bir kaz yumurtası koydu. Ertesi gün, kent meydanında Apollon ve Asklepios’un adlarının sıkça geçtiği, İbrani ya da Fenike dillerinden birinde anlaşılmaz bir söylev verdi. Halkın heyecanı doruğa ermişti. Ardından tapınağa, yumurtayı gömdüğü yere gitti ve Apollon ile Asklepios’a ilahiler okuyarak suya girdi, yumurtayı çıkardı, kırdı ve içindeki yılan yavrusunu çıkardı. Bu, Asklepios’un bir yılan formunda ikinci dünyaya gelişiydi. Orada toplananlar bu mucize karşısında şaşkına döndüler ve dualar ettiler.
Aleksandros’un tahminleri doğru çıkmıştı: Bu mucizeyi duyan Paphlagonialılar kısa bir süre sonra Yeni Asklepios’u ve onun peygamberi Aleksandros’u ziyaret etmek için Abounouteikhos’a akın ettiler. Loş bir odada yapılan bu ziyaretler sırasında Aleksandros, bir zamanlar Makedonia’da satın alıp evinde beslediği evcil bir yılanı kucağına alıyor ama başını göstermiyordu. Bunun yerine, loş bir odada, sanki bir yılan başıymış gibi duran, bezden yapılmış, saçlı bir yılan başını sakalının bir kenarından çıkarıp gösteriyor ve hemen gizliyordu. Daha birkaç gün önce bir yavru olan yılanın kısa zamanda insan yüzlü, saçlı, arada bir ağzını açıp kapayan büyük bir yılana dönüşmesi dindar Paphlagonia halkını kendinden geçiriyordu.
Yeni Asklepios mucizesi kısa bir sürede tüm Anadolu’da, Balkanlarda ve hatta Roma’da büyük bir heyecan yarattı. Ziyaretçi sayısı günden güne arttı; her taraf tanrının resim ve heykelleriyle donatıldı. Bu arada sahte peygamber Aleksandros, tanrının gönderdiği bir mısralık kutsal emir gereğince yılanın adının Glykon olduğunu duyurdu:
«Ben Glykon’um, Zeus’un üçüncü nesilden torunu ve insanlığın ışığı!».
Artık Aleksandros için sıra, bu büyük güven ve saygınlığı paraya çevirme işine gelmişti. Herhangi bir konuda Tanrı Yılan Glykon’a danışmak isteyenlerin sorularını yazmalarını ve bunu mum veya kil veya bir başka bir maddeyle mühürlemelerini istiyordu. Bir mührü hiçbir iz bırakmadan sökme ve yeniden kapatma konusunda gerekli beceriye sahip olan Aleksandros, daha sonra topladığı başvuruların mühürlerini açıp soruyu öğreniyor ve tekrar kapatıyordu. Ziyaretçiler, her danışma için 2 Drahmi ve 2 Obolos alıyordu (bu, o devirde bir işçinin yaklaşık bir haftalık gelirine denk bir paraydı). Aleksandros’un bu işi tek başına yürütmesi mümkün olmadığından, tapınakta ücretli yorumcular, vezinli kehanet yazarları, muhafızlar, casuslar, yazmanlar, mühürcüler vs. görevlendirmişti. Soru sahiplerine verilen cevaplar genellikle yuvarlak, dolambaçlı ya da anlaşılmaz sözlerden oluşmaktaydı. Soruların Grekçe olması zorunlu değildi. Çünkü Aleksandros diğer dilleri bilen adam bulmakta hiç zorlanmıyordu. Tehlikeli ya da art niyetli soru gördüğünde onu cevaplamaksızın sahibine geri veriyordu. Aleksandros ayrıca, kendisine şifa için başvuranlara bazı ilaçlar da öneriyordu. Onun en çok tavsiye ettiği ilaç, kytmides adı verilen ve ayı yağı içeren ağrı kesici bir sıvıydı. Tedavi ettiği her hastaya iyileşeceğini söylüyordu, ama bir hasta ölünce tanrıdan şöyle bir vahiy geliyordu:
«Acılı hastalığına artık çare arama
Ölüm gelip dayandı kapına
Ondan kurtulmak gücünün dışında».
Glykon’un diğer bir becerisi (!) de, isteyip de çocuk sahibi olamayan kadınları hamile bırakmaktı. Turgutlu yakınında bulunan ve üzerinde Klaros’lu Apollon’un Troketta’daki Bir Salgın Hastalık Hakkındaki Kehaneti yer alan bir anıtın üzerinde bunun «Paphlagonia’lı Glykon’un oğlu rahip Miletos tarafından yaptırıldığı»belirtilmektedir. Bilim adamlarına göre Miletos annesi Tanrı Yılan Glykon tarafından hamile bırakıldığı için o, baba adı olarak Glykon’un adını kullanmaktaydı. Aynı şekilde, Anadolu kökenli olup Avrupa'ya kaçırılmış bir mezar taşının üzerindeki Grekçe yazıtta «19 yaşında ölen, Glykon oğlu, Teion'lu doktor Neiketes»in adı okunmaktadır. Glykon şeklindeki baba adını, T(i)eion (Filyos) kentinin Abonouteikhos'a yalnızca 200km. mesafede olmasını ve taşın üzerinde bir yılan betiminin yer almasını dikkate alan bazı bilim adamları, genç doktor Neiketes'in annesinin de Yılan Tanrı Glykon tarafından hamile bırakılmış bir başka kadın olduğunu ve hatta bu genç doktorun Glykon'un tapınağında görevli biri olabileceğini ileri sürmektedirler. Zaten yılanların böyle bir güce sahip olduklarına daha M.Ö. 4. yüzyıldan beri inanılmaktaydı. Örneğin, yılanlara tapınmanın yaygın olduğu Makedonia’da bazı yılan kültlerinin varlığı bilinmektedir. Hatta Tarihçi Plutarkhos’a göre, Makedonia kralı Büyük İskender’in annesi Olympias bir yılanla yatmış ve ondan hamile kalmıştı.
Ama başta Epikurosçular ve Hristiyanlar olmak üzere, sahte peygamber Aleksandros’un hilelerinin farkında olan insanlar da vardı. Bunların kendi aleyhine konuştuklarını casusları aracılığı ile öğrenen Aleksandros, konuşmalarında memleketin atheist ve Hristiyanlarla dolduğunu, bu adamların kendisine küfür ettiklerini ve eğer Tanrı’yı hoşnut etmek istiyorlarsa onları taşa tutmaları gerektiğini söylüyordu.
Aleksandros, geliştirdiği bir düzenekle, bazı önemli ziyaretçilerin Tanrı Glykon’u “kendi sesinden” dinlemelerine de olanak veriyordu. Bunun için, dışarıdan gelen gizli ve ince bir borunun ucunu, bezden yapılmış yılan başının ağzının içine yerleştirdi. Böylece, borunun dışarıdaki ucundan konuşan bir adamının sesini, bezden yapılmış yılanın ağzından duymak mümkün olabiliyordu. Örneğin, Ermenistan’a sefer yapmayı planlayan ve Tanrı’nın bu konudaki kehanetini soran Severianus’a Glykon’un kendi sesinden verdiği yanıt şuydu:
«Saldıran mızrağın Parthların
Ve Ermenilerin tepesine inecek
Ve sonra Roma’ya döneceksin
Ve başına Tiber’in ışıldayan sularının
Güneşten yansıttığı çelengi giyeceksin».
Böylece tanrısal desteği de arkasına alan zavallı Kelt komutan Severianus düşmana büyük bir iştahla saldırır. Ama kendisi de dahil olmak üzere tüm ordusu kılıçtan geçirilir. Aleksandros Severianus’a verdiği cevabı vakit kaybetmeden şöyle değiştirir:
«Ordun Ermenistan seferine çıkmasın
Kadın kılıklı bir adam okunu sana atmasın
Ve acılı bir ölüm seni yaşamdan
Ve gün ışığından yoksun kılmasın».
Alexandros’un Roma’daki diğer bir müridi olan Rutilianus da sık sık adamlarını gönderip tanrısal kehanet isteğinde bulunmaktaydı. Bir defasında Rutilianus, öğrenim çağına gelen oğlu için öğretmen olarak kimi görevlendirmesinin daha iyi olacağını sordurur. Cevap şöyledir:
«Pythagoras olsun
Evet, bir de şu soylu ozan, savaşların ustası».
Ama burada bir tuhaflık vardır; çünkü Aleksandros’un hoca olarak önerdiği filozof Pythagoras ve Troia Savaşları’nı destanlaştıran ozan Homeros yüzyıllar önce ölmüş kimselerdir. Ama zaten Rutilianus’un oğlu da birkaç gün sonra ölür. Kehanet o kadar açıktır ki, Aleksandros yapılan eleştirilere verecek uygun bir cevap bulamaz. Ama burada da yardımına Rutilianus yetişir: İyi bir dost ve inançlı biri olan Rutilianus sahte peygamberi onu şöyle savunur:
- Tanrı bu cevabı ile zaten acı akibeti bildirmişti. Verdiği cevapta yaşayan birini hoca olarak önermedi; tersine, çoktan ölmüş olan Pythagoras ile Homeros’un adını verdi. Kuşku yok ki, bizim delikanlı şimdi Hades’te onlardan ders alıyor.
Yine Rutilianus, bir gün kimin ruhunu taşıdığını öğrenmek ister. Tanrı’nın “kendi sesinden” aldığı cevap şöyleydi:
«Başlangıçta Peleus’un oğluydun
Sonra Menandros oldun
Şimdi de Rutilianus
Bundan sonra güneşin ışığı olacaksın
Yüzün üzerine dört kere yirmi yıl daha
Bir hayat yaşayacaksın».
Ama Rutilianus o kadar bekleyemedi; daha 70 yaşındayken öldü.
Oğlanlarla ilişki kurmanın günah olduğunu sürekli vurgulayan Aleksandros, civardaki kentlere haber salarak, tanrıya ilahiler söyleyen koro için en soylu, en genç ve en güzel çocukları bulup kendisine göndermelerini istiyordu. Daha sonra bu çocukları birer köle gibi kendi arzuları yönünde kullanmaktaydı. İnançlı insanların karılarını da kullanmaktan çekinmedi. Ama bu kimseyi rahatsız etmiyordu. Hatta birçok kadın Aleksandros’tan çocuk sahibi olmakla hava atıyor, kocaları da bundan hiçbir rahatsızlık duymuyorlardı.
Sakerdos adında biri ile Tanrı Yılan Glykon arasında “kendi sesinden” şöyle bir konuşma geçmişti:
- Söyle bana, efendim Glykon, kimsin sen ?
- Ben Yeni Asklepios’um.
- Eskisinden farklı bir Asklepios mu ? Ne demek istedin ?
- Bunu öğrenmeye yetkili değilsin.
- Aramızda ne kadar süre kalıp bize kehanetlerini bildireceksin ?
- Bin üç yıl.
- Sonra nereye gideceksin ?
- Bactria yöresine (bugünkü Tacikistan/Özbekistan). Çünkü barbarların da bana ihtiyaçları var.
- Didyma, Klaros ve Delphoi’daki bilicilik merkezleri hakkında ne düşünüyorsun ? Onlar kehanetleri hala senin baban Apollon’dan mı alıyorlar, yoksa oralardaki kehanetler uydurma mı?
- Bunu da bilmemen gerekir; buna yetkin yok.
- Peki ben gelecekteki yaşamımda ne olacağım ?
- Bir deve, sonra bir beygir. Ve sonra da bilge bir kişi ve Aleksandros kadar büyük bir peygamber olacaksın.
Samosata’lı yazar Lucianus da Aleksandros’la tanışmış, ama onun sahte bir peygamber ve bir düzenbaz olduğunu hemen anlamıştı. Bunu bilen Aleksandros da onu öldürmek üzere bir plan kurmuş ama başarılı olamamıştı. Lucianus, Aleksandros’un foyasını ortaya çıkarmak ve onu yargılatmak için harekete geçtiyse de, Aleksandros’un müritlerinden biri olan Rutilianus’un dostu ve o yılın Bithynia-Pontus valisi olan L.Lollianus Avitus onu bundan vazgeçirdi. Hatta Aleksandros’u suçüstü yakalasa bile onu yargılamayacağını söyledi. Görüldüğü gibi, Aleksandros’un Romalı yetkililer ve hatta imparatorların nezdinde önemli bir saygınlığı vardı. Öyle ki, imparatora başvurarak Abonouteikhos’un adını Ionopolis olarak değiştirmesini ve yeni bir sikke basılarak, ön yüzüne Glykon’un, arka yüzüne de kendisinin betiminin konmasını isteyecek kadar ileri gidebilmişti. Gerçekten de, imparator Verus döneminde (M.S. 161-169) basılan ve III. yüzyıl ortalarına kadar tedavülde kalan kent paraları üzerinde Ionopolis ve Glykon adları ile insan başlı bir yılan figürünün yer alması Aleksandros’un bu başvurusunun sonuçsuz kalmadığını göstermektedir.
Tanrı Yılan Glykon, bir kehanetinde peygamberi olan Aleksandros’un 150 yıl yaşadıktan sonra yıldırım çarpması sonucu öleceğini bildirmişti. Ama bu kehanet de tutmadı; henüz 70 yaşına bile ulaşamamıştı ki, sahte Peygamber, ayağındaki bir yaranın kangren olması nedeniyle acılar içinde öldü. Ama onun yarattığı Tanrı Yılan Glykon kitleleri en az bir asır daha peşinden sürükledi.
KISA KAYNAKÇA:
L. Robert, A travers de l’Asie Mineure, 1980, 393-421.
Ch. Marek, Stadt, Ära und Territorium in Pontus-Bithynia und Nord-Galatia, 1993, 83-85.
Lukianos, Aleksandros ya da Düzmece Yalvaç (Çev. E. Varinlioğlu), Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 1997.
C.P. Jones, "A Follower of the God Glykon", Epigraphica Anatolica 30, 1998, 107-109.
M.W. Meyer, The Ancient Mysteries. A Sourcebook of Sacred Texts, 1999, 42-45.
A. Chaniotis, "Old Wine in a New Skin: Tradition and Innovation in the Cult Foundation of Alexander of Abounouteichos", Electrum 6 (2002), 67-85.